30 Temmuz 2016 Cumartesi

Evliya Gibi Bir Melik

Evliya Gibi Bir Melik


            Nureddin Mahmud Zengi, “evliya gibi bir melik” Âmin Maalouf’un Arapların Gözünden Haçlı Seferleri adlı eserinde onun için kullandığı ifade bu şekilde. Mütevazılığı ve adaletiyle halkına hükümdar değil hizmetkâr olan bir melik, bir sultan… “uzun boylu, yağız tenli geniş alınlı ve yumuşak bakışlı bir lider…” bu insanı bilmek ve anlamak, onun erdemlerine sahip olmak gerekir. Ancak ülkemizce maalesef çok az bir kitle tarafından biliniyor ve o da sadece isimle sınırlı kalıyor. Bu nedenle bu makaleyi onu iyi tanıdığıma inandığım için tanıtmayı görev saydığım için bu konuyu ele alıyorum.  “Geçmiş zaman hükümdarlarının hayatlarını okudum ve orada Hülefa-i Raşid’in hariç Nureddin kadar erdemlisine ve adiline rastlamadım.” Musullu tarihçi İbn-ül Esir’in 1231 yılında yazdığı el kâmil fi’t tarih adlı dev eserinde onun için böyle söylüyor.
Nureddin, babasının iyi özelliklerini benimseyip sürdüren ve kötü özelliklerini de almamış bir liderdi. Sertlikle gaddarlıkla değil adaletle, merhametle yenen ve bunu düşmanları için ölümcül bir silah olarak kullanmayı bilen bir hükümdardı. Psikolojik savaşın öneminin farkındaydı ve bunu da en iyi şekilde kullanırdı. Yine İbn-ül Esir’in eserinde geçen bir hikâye bunu en iyi anlatan kesitlerdendir.
Nureddin tarafından cihada davet edilen Cezireli bir emir şöyle yakınmaktadır:
Nureddin’in çağrısına yanıt vermezsem, iktamı elimden alır çünkü sofulara ve zahitlere dualarıyla kendisini desteklemeleri ve Müslümanları cihada teşvik etmeleri için mektuplar göndermiş bile. Şu anda bu adamlardan her biri müritleri ve yoldaşlarıyla birlikte oturmuş, ağlıyor ve beni lanetliyordur. Eğer lanetlenmekten kurtulmak istiyorsam onun dileğine uymalıyım.”
            İşte bu şekilde çağdaşlarının aksine çağın üstünde propaganda yöntemlerini biliyor ve bunu da çok iyi uyguluyordu. Halkı önünde her zaman mütevazı ve mahcup bir duruşu vardı. O ‘dinin ışığı’ anlamına gelen Nureddin yerine asıl adı olan Mahmud’u kullanıyordu. “ hatta savaşlardan önce, ya Rabbim zaferi Mahmud’a değil İslama nasip et, Mahmud köpeği kim ki zaferi hak etsin. “[1] derdi. Onunla ilgili anlatılacak hikâyeler bitmez. Yine İbn-ül Esir’in eserinde geçen bir hikâye:
            “Bir seferinde Nureddin’in karısı ihtiyaçlarını karşılayacak kadar parası olmadığından yakınmıştı. Nureddin, ona Humus’ta kendi mülkü olan ve yılda yaklaşık 20 dinar gelir getiren 3 dükkân verdi. Kadın bu miktarı yeterli bulmayınca Nureddin ona şöyle dedi: “Benim başka hiçbir malım yok, elimin altındaki paraya gelince; ben Müslümanların hazinedarıyım başka hiçbir şey değilim ve senin yüzünden onlara ihanet etmeye veya cehennem ateşinde yanmaya niyetim yok.           “
            Şimdi de onun imar çalışmasında bahsetmek istiyorum. Onun en büyük eserlerinden birisi ki gelecekte birçok başarılı liderlerin de eğitim gördüğü kurum olan ilk dar-ül hadis’in kurucusudur, yani bugünkü karşılığıyla hadis üniversitelerinin. O peygamberin sünnetine çok bağlı birisiydi ve o nedenle bu kurumları çok önemsiyordu. Bunların dışında kurdurduğu bimaristanlar sayesine kendi döneminde yaşanan tarihi Halep depreminde halkını en az kayıpla kurtarmıştır. Haberleşme için kurdurduğu birçok güvercin istasyonlarıyla bu alanda çok büyük gelişimi de sağladı. Bunun yanında ülkesindeki medreseler onun zamanında dünyanın en iyileri arasındaydı.[2]
Yaptığı en önemli işlerden birisi Şam’ı kan dökmeden alarak İslam dünyasının batısını birleştirmesi olmuştu. Babası İmadeddin Zengi tarafından defalarca kuşatılan ama alınamayan Şam, onun döneminde alınmıştır. “Nureddin hiç savaşmadan, kan dökmeden Şam’ı fethetmiştir. Yaklaşık çeyrek yüzyıldır kendisini boyunduruk altına almaya çalışanlara, Haşhaşinlere, Frenklere ve Zengi’ye karşı amansızca direnen şehir hem emniyetini sağlamayı hem de bağımsızlığına saygı göstermeyi vaat eden bir emirin tatlı sert kararlılığının cazibesine kapılmıştır. Bu kararına hiç pişman olmayacak, Nureddin ve ardılları sayesinde tarihinin en şanlı dönemlerinden birini yaşayacaktır.”[3] 
O dönemde yaşamış bir şair ve edebiyatçıların onu öven birçok eseri vardır. O eserlerinden birisi de İbn Kayserani’nin bir şiiridir:
Bu kesin azimler kararlardır. Kılıç sallayarak yapılan çığırtkanlıklar de­ğildir.
Bu cömertlik ve keremlerdir. Kitapların yazdığı değildir.
Bu himmetlerdir ne zaman konuşacak olursa, peşi sıra şairler ve hatip­ler artık sürçülisan ederler.
Ey İmadüddin’in oğlu, geride emek ve yorgunluk bırakarak bu işin zirve­sine çıktın.
Deden hep yüksek binalar kurardı.  Nihayet kazıkları yıldızlar olan bir kubbe yaptın.[4]
                                                                                                                                  
            Selahaddin Eyyubi gibi bir liderin yetiştirilmesinde de çok önemli bir yeri vardır. Haçlılar Mısır’a sefer düzenlediklerinde onu hiç istemediği halde amcasıyla birlikte Mısır’a göndermiş ve Selahaddin Eyyubi’nin sultanlığa kadar giden yolunu açmış oldu. Ölümüne yakın dönemlerde aralarının bozulmasına rağmen onu kendisinin devamı olarak görüyordu. Aynı zamanda İslam dünyasındaki iki başlılığa sebep olan Fatımi sorununu da onun vasıtasıyla aşmış ve Mısır’ın ve Şam[5]’ın sultanı lakabını da kazanmıştır.  

             Onu sağlığında en çok istediği en çok istediği şeylerden birisi Kudüs’ün alınmasıydı ki sağlığında bu amacına ulaşamasa da öldükten sonra ardılları onun açtığı yolda ilerleyerek onun amacını gerçekleştirmişlerdir. Ayrıca Halep atabeyi olduğu dönemde Kudüs’ün alınmasından sonra Mescid-i Aksa’ya yerleştirmek için de bir minber yaptırmıştır. Halep’te muhafaza edilen bu minberi Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü aldıktan sonra Selahaddin Minberi adını vererek bu minberi Mescid-i Aksa’ya yerleştirdi. 1969’da yapılan bir saldırıyla yakılan minber Tür mühendisler tarafında yakın bir tarihte yeniden yapılarak yerine yerleştirilmiştir.[6] Onunla ilgili çok iyi bilinen bir rüyayı da sizinle paylaşmak istiyorum:
            İki tane gayr-i Müslim, Endülüs'ten Medine'ye gelerek Peygamberimiz (sas)'in vücudunu kaçırmak istediler. Bunlar Müslüman kılık ve kıyafetine girerek hacca gelmiş gibi Medine'ye girmişlerdi. Mescid-i Nebevî'nin kıble tarafından Kabr-i Şerife çok yakın bir eve yerleşmişlerdi. Bunlar, namazları Mescid’de kılıp Peygamberimiz (sas)'in kabrini ziyaret ediyorlar, her sabah Bâkî Kabristanı'na, cumartesi günleri de Kuba Mescidi'ne gidiyorlardı. Kılık kıyafetleri ve fakirlere yaptıkları yardımlarla halkın güvenini kazanmayı başaran bu kişiler, Peygamberimiz (sas)'in mübarek vücudunu kaçırmak için geceleri bulundukları evden Peygamberimiz (sas)'in kabrine doğru gizlice tünel kazmaya başlıyorlar. Buradan çıkan toprakları torbalara doldurarak kabirleri ziyaret bahanesiyle Cennet'ül-Bakî Kabristanı'na döküyorlardı. Kazdıkları tünel, Peygamberimiz (sas)'in kabrine iyice yaklaşınca büyük bir tehlike ortaya çıktı. Ama halkın bundan haberi yoktu.
İşte tam bu sırada adaletli bir hükümdar olan Selçuklu Atabeyi Nureddin Mahmud Zengi Aksungur (1146–1174) teheccüd namazını kılıp yatmıştı. Rüyasında Peygamberimiz (sas)'i gördü. Efendimiz (sas) iki yabancıyı göstererek, "Ey Nureddin, beni bunlardan kurtar!" dedi. Hükümdar, bu rüyanın tesiriyle bağırarak uyandı. Abdest alıp namaz kıldıktan sonra yattı. Yine aynı rüyayı gördü. Yine feryat ederek uyandı. O gece aynı rüyayı üç defa görünce kalktı ve iyi bir insan olan veziri Cemaleddin Mavsilî'yi yanına çağırdı ve gördüğü rüyayı anlattı. İstişare ederek Medine'ye gitmeye karar verdiler. Kimseye duyurmadan hükümdar, veziri ile beraber yirmi süvari ve pek çok eşya ile Şam'dan yola çıktılar, gece-gündüz devam ederek 16 günde Medine'ye vardılar. Hükümdar, abdest alıp, Mescid-i Nebevî'ye girerek iki rekat namaz kıldı ve Peygamberimiz (sas)'i ziyaret etti. Medine halkı hükümdarın yanına toplanmıştı. Vezir, "Hükümdar, peygamberimizi ziyaret maksadı ile gelmiş, yanında da sizlere hediye getirmiştir. Medinelilerin isimlerini yazın." dedi. Onlar da bütün Medinelilerin isimlerini yazdılar. Bu isimlere göre herkes gelip hükümdardan hediyesini almaya başladı. Bundan maksat, Peygamberimiz (sas)'in rüyada "Beni bunlardan kurtar." dediği o iki kişiyi tanıyıp tespit etmekti. Bunun için halk hediyeleri hükümdarın huzuruna gelerek aldılar bu esnada hükümdar gelenlere dikkatle bakıyordu. Herkes hediyelerini aldı. İsim listeleri bitti. Fakat hükümdar bu gelenler arasında peygamberimiz tarafından rüyada kendisine gösterilen iki kişiyi gösteremedi. Bunun üzerine; "Hediye almayan kimse kaldı mı?" diye sordu. Orada bulunanlar dediler ki, "kimse kalmadı. Ancak Endülüs'ten gelen iki kişi var. Onlar kimseden bir şey almazlar. İhtiyaç sahiplerine sadaka vermektedirler. "Hükümdar onların da yanına getirilmesini istedi. Onlar huzura getirildiler. Hükümdar onların rüyada kendisine gösterilen kişiler olduğunu tanıdı ve kendilerine, nereli olduklarını sordu. Onlar da:
"Biz Endülüs'ten hac maksadıyla geldik ve bu sene peygamberimizin yakınında bulunmayı arzu ettik." dediler. Hükümdar nerede kaldıklarını sordu. Mescidin yakınında olduklarını söylediler. Hükümdar onlarla beraber evlerine gitti. Evde süslü kitaplar ve değerli eşyalar gördü. Bu arada halk, onların her gün oruç tuttuklarını, namazları mescitte kıldıklarını ve hiçbir dilenciyi boş çevirmediklerini söyleyerek bunları övüyorlardı. Nureddin Zengi, odayı dolaştı ve burada serilen hasırı kaldırdı. Baktı ki, altında kazılmış bir tünel var. Tünel, Peygamberimiz (sas)'in kabrinin yanına kadar uzanıyordu. Bunu gören halk mahcup olup başlarını önlerine eğdiler ve artık söyleyecek bir şey bulmadılar. Bunun üzerine hükümdar bu iki kişiyi sorguladı. Onlar da gerçekten Müslüman olmadıklarını ve peygamberin vücudunu buradan alıp ülkelerine kaçırmak için görevlendirildiklerini itiraf ettiler. Bunu yapabilmek için derviş kıyafetlerine bürünerek halkı kandırdıktan sonra geceleri tünel kazmaya devam ettiklerini ifade ettiler ve "Peygamberin kabrine iyice yaklaştığımız gece, gök gürültüsü ve şimşekler öyle bir sarsıntı meydana getirdi ki, sanki dağlar yerinden oynayacaktı. Bundan fena halde korktuk ve sabahleyin de sizin geldiğinizi haber aldık." dediler. Bundan sonra da Peygamberimiz (sas)'in kabrinin çevresinde derin hendek kazdırdı ve bu hendeği kurşun eriterek doldurdu. Böylece kabr-i Saadet, çepeçevre kurşunla muhafaza altına alınmış oldu. Bu olay H. 557, Miladi 1162 yılında vuku bulmuştu.[7]
            Haçlı Seferleri döneminin en önemli isimlerden birisi olan Nureddin Mahmud Zengi’yi iyi bilmek ve onu yaşatabilmek gerekir. O dönemdeki diğer Türk ve Arap sultanlarının şatafatlı lakapları veya şatafatlı giysilerine alışmış halkın gözünde o mütevazı ve sadeliğiyle ün kazanmış ve sevilmiştir. Gerektiğinde düşmanı olan Kudüs Kralı’nın ölmesi sonucu ailesine baş salığı dilemesini de bilen bir sultandı. Sultan diyorum çünkü Fatımi Halifeliği’ne son verdikten sonra Abbasi Halifesi tarafından kendisine sultanlık verilmiştir.[8] Oysa günümüzde birçok kaynakta Atabey olarak geçer. Ancak şu da bir gerçektir ki önemli olan lakabı değil yaptıklarıdır. Kendisinin de bu konudaki tutumundan yukarıda da bahsetmiştik. Onu iyi tanımanın önemini tekrar vurgulamak istiyorum ve onun faziletlerini kendimize uyarlamanın öneminin de altını tekrar tekrar çizmek istiyorum. Bundan sonra da onu araştırmanızı ve öğrenmenizi tavsiye ediyorum.

                                                                                                                     
           





[1] Maalouf, Amin (çev. Mehmet Ali Kılıçbay) (2006),Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, s.139 İstanbul: yapı kredi yayınları
[2] Nureddin Mahmud Bin Zengi ve İslam Kurumları Tarihindeki Yeri Doç. Dr. Bahaeddin Kök  İŞARET YAYINLARI
[3] Maalouf, Amin (çev. Mehmet Ali Kılıçbay) (2006),Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, s.146 İstanbul: yapı kredi yayınları

[4]İbrahim Ethem Polat’ın Arap Edebiyatı Penceresinden Ortaçağda Haçlı Seferlerine Karşı Türklerin Mücadeleleri adlı makalesinden.                                                             
[5] Şam, o dönemde Suriye bölgesine verilen genel addır.
[6] http://www.sabah.com.tr/Gundem/2010.05.12/simge_minberde_turk_imzasi
[7] Eyüp Sabri Mir'at-i Medine c. 2, s. 684. Vefâü'l-Vefa Bi ahbâr-i Dâr'il-Mustafa, c, 2, s. 648, et'Tarif, s. 76)
[8] Maalouf, Amin (çev. Mehmet Ali Kılıçbay) (2006),Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri, İstanbul: yapı kredi yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder